Violet Zerotta’s Hasty Marriage - Bölüm 5
Zaman ok gibi hızlı geçti. Violet, birdenbire kendini Aldrick’in malikanesinde üçüncü yılını doldururken buldu.
Yirmi yaşındaki bir kızın bir zamanlar içini dolduran neşeli kararlılığı, çoktan arka plana kaybolmuştu. Violet, yeni hayatına tamamen uyum sağlamıştı.
Yalnız yaşamak düşündüğü kadar kötü değildi. Gerçekten de.
Tabii, zorluklar yoktu demek de yalan olurdu. Bazen yalnız uyumaktan korktuğu geceler oldu, hastalandığı ya da bir şekilde canı yandığı günlerde yalnızlık boğulacak gibi hissediliyordu.
Ama Violet için bu üç yıl, House Zerotta’da geçirdiği yirmi yıldan çok daha özgür ve keyifliydi.
Sonuçta, artık onu rahatsız eden ağabeyleri yoktu, Baroness ona sürekli işler vermezdi. Kendine bakabildiği sürece, her şey yeterliydi.
Violet’in babası, üç yıl önce Violet’in düğününden sonra bir kez olsun köyü ziyaret etmemişti. Violet için bu, bir nimet gibi geliyordu.
Buradaki günlük rutini oldukça basitti.
Gözlerini açıp yataktan kalktığında, genellikle patates çorbası ya da omlet gibi basit bir kahvaltıyla başlardı. Eğer ekmek bitmemişse yanında eklerdi, bahçeden havuç ya da domates varsa onları da yerdi.
Sessiz evde rahatça uyuyabiliyordu. Violet, Aldrick’in yatak odasında kendi yaptığı yumuşacık kuş tüyü yorganıyla uyuyordu. Evde düzgün bir yorgan yoktu, sadece ince örtüler vardı. Aldrick’in ne kullandığını ise bilmiyordu.
Yemek yedikten sonra, gününü ev işlerine ayırırdı. Aldrick savaşta olduğu zamanlarda, köydeki kumaş dükkanından veya terziden dikiş işleri alarak biraz para kazanıyordu. Eğer iş yoksa, evi temizler, düzenlerdi.
Ev çok büyük değildi ama yine de bakım için çaba gerekiyordu. Avluyu süpürür, yerleri ovar, hatta bozuk olan çiti her gün uğraşarak tamir etmeye çalışıyordu.
Çabaları sayesinde ev, üç yıl boyunca fazla yaşlanmamıştı ve oldukça düzenli hale gelmişti.
Aldrick geri döndüğünde ne düşünürdi, diye bazen merak ederdi. Nedenini bilmiyordu ama zaman zaman bunu düşünürken buluyordu kendini.
Bir kaç tavuk almış ve küçük avlusunda beslemeye başlamıştı. Tavuk beslemek, yumurta almasını sağlıyordu ve bazen çıkan civcivler çok sevimli oluyordu.
Başta para konusunda endişeliydi. Ama kendi kazandığı kadar bile, yaşamaya yetecek kadar fazlası vardı.
Aldrick’in bıraktığı paraya sadece gerçekten ihtiyacı olduğunda ya da parası bitmişse dokunuyordu. Hatta, üç yıl sonra, hala elinde bir miktar altın kalmıştı.
Bunun sayesinde, Violet ara sıra küçük bir lüksün tadını çıkarabiliyordu. Bir gün güzel bir elbise yapmak için kumaş almıştı, hatta House Zerotta’dayken asla sahip olamayacağı birkaç kitap da almıştı.
Güzel havalarda, avludaki ağacın gölgesinde ilginç bir roman okumak, basit ama büyük bir zevkiydi.
Küçük bahçesini ve sebze bahçesini düzenli tutmak da günlük rutinindendi. Yabani otları çekip, taşları toplayıp atar, her zaman düzenli tutmaya çalışırdı.
Bahçe, Violet’in gerçekten sevdiği bir yerdi. Kışın kar, yazın yağmur, baharda çiçekler açardı. Buna asla sıkılmazdı.
Bazen, bahçeye bakarken yeni bir şey keşfederdi.
Burada yaşamaya başladıktan altı ay sonra, bahçenin bir köşesinde küçük bir mezar keşfetti.
Ne bir taş, ne de bir tümsek vardı, sadece toprağa saplanmış basit bir odun işareti vardı. İlk başta bunun bir mezar olduğunu fark etmemişti.
Daha yakından incelediğinde, odun işaretinde yazılar olduğunu fark etti. Adı zamanla solmuştu ve zar zor okunuyordu, ancak birinin oraya gömüldüğünü gösteriyordu.
Boyutundan bakıldığında, bu kesinlikle bir insan mezarı değildi. Eğer öyle olsaydı, Violet—burada yalnız yaşamışken—biraz huzursuz olurdu.
Ama bu, Violet’in elleri birleştirildiğinde birkaç kat daha büyük bir şeydi.
Muhtemelen küçük bir hayvanın mezarıydı. Belki bir yavru köpek, ya da bir tavuk, ya da bir civciv. Bahçede bir zamanlar yaşamış küçük, beceriksiz bir ruh.
Yalnız yaşamış olan Violet, anlamıştı. Kendisi, bir civcivin doğar doğmaz ölmesi ve onu sebze bahçesinin köşesine gömmek zorunda kalmıştı.
Aldrick’in, burada yalnız yaşarken ona bağlanmış bir hayvanı gömdüğünü düşünmek, Violet’i biraz garip hissettirmişti.
Sadece o bir tek günü görmüştü ve ondan başka hakkında bildiği tek şey yüzü ve adıydı. Ama yine de, bir şekilde onu biraz anlamış gibi hissediyordu.
‘Belki düşündüğüm kadar soğuk değildir. Eh, bu da bir küçük nimet. En azından ölürsem, beni güneşli bir yere gömecek birisi vardır.’
Bu, yaşlı bir kadının düşünebileceği türden bir düşünceydi.
O günden sonra, Violet, istemeden de olsa zaman zaman Aldrick’i düşünmeye başlamıştı.
Onun sağ salim geri dönüp dönmeyeceğini merak ederdi, şu anda hangi cephede savaştığını hayal ederdi ve yeniden karşılaştıklarında ona ne söyleyeceğini düşünürdü.
Bir kızın sessiz bir özlemle, dikkatlice, nazikçe düşünmesi gibi, Violet de ona uzun süre düşündü.
Zaten üç yıl geçmişti. On mevsim geçmişti.