Violet Zerotta’s Hasty Marriage - Bölüm 4
Violet düşüncelere dalmışken, adam çoktan üzerini çıkarmış ve yatağa girmişti.
“…S-Sen, bir kadının önünde-“
“Ne?”
“Yok… Boşver. Önemli değil. Asıl, ben nerede yatacağım?”
“Hmm. İstediğin yerde yatabilirsin sanırım.”
“Ya banyo?”
“Mutfakta bir leğen var, ama…”
Violet boğulacak gibi hissetti.
Kocası diye anılan adam, neden böyle sorular sorduğunu anlamaya çalışır gibi ona bakıyordu.
“Boş ver. Kendim hallederim. Zaten yatak da çok küçük. Başka bir yer bulurum.”
Yarın sabah savaş alanına gidecek bir adamı yataktan atamazdı ya.
Kendi sözlerini söylerken bile, adam ona boş boş bakıyordu; sanki bir ineğe ya da tavuğa bakar gibi.
‘Bu hali gençliğinden mi, yoksa aptallığından mı?’
Hayatının geri kalanını ona emanet edecekti. Umarım aptallığından değildir…
Violet’in hayatta en iyi yaptığı şey, ne kadar kötü olursa olsun tam anlamıyla umutsuzluğa kapılmamaktı.
Bu karmaşık durumda bile birkaç iyi taraf bulmayı başardı.
İlki; kocası genç ve tecrübesiz olduğundan korkunç bir düğün gecesi geçirmek zorunda kalmayacaktı.
Şu hâliyle ona karşı hiçbir ilgisi yok gibiydi.
Köydeki kadınların dedikodularından Violet, düğün gecelerinin ne kadar korkunç olabileceğini duymuştu.
Hafızası çok kuvvetliydi ve duyduğu şeyleri kolay kolay unutmazdı.
Bazı kadınlar, bir kız ilk defa bir erkeği kabul ettiğinde, tüm bedeninin paramparça olduğunu hissettiklerini söylemişti.
Bazıları ise bunun sanki yırtılıyormuş gibi bir his olduğunu anlatmıştı.
Tam olarak ne demek istediklerini bilmese de, anlatılanlar dehşet vericiydi.
Bu korku, evlilikten her zaman ürkmesine neden olmuştu.
Bu yüzden, kocasının sabah erkenden savaş alanına gidecek olması büyük bir şanstı.
İkinci iyi şey ise; sonunda o berbat Zerotta malikanesinden kurtulmuş olmasıydı.
Tanımadığı bir köye gönderilmiş olsa da, bu başlı başına sevindirici bir durumdu.
Annesi üç yaşındayken vefat ettiğinden beri—annesinin yüzünü bile hatırlamıyordu—Violet, Barones’in evinde büyümüş, sürekli aşağılanmıştı.
Barones’in açıkça gösterdiği küçümseme, üvey kardeşlerinin gizli eziyetleri ve babasının ilgisizliği…
Violet’in çocukluğu tam bir kâbustu.
Bu zamana kadar nasıl hayatta kaldığı bile mucizeydi.
Geçmişe dair iyi bir anısı yoktu.
Bu yüzden, kocası gittikten sonra yalnız başına yaşamak düşüncesi ona garip bir heyecan veriyordu.
Hayatında hiç kendine ait bir odası bile olmamıştı, şimdi ise koca bir ev ona aitti.
Bu, sevinilecek bir şeydi.
Ve şimdi, kocasının verdiği altın kesesi vardı.
Violet hayatında ilk defa eline altın para almıştı.
Bu his tuhaf bir şekilde heyecan vericiydi.
Uykuya dalarken kendi kendine düşündü:
‘Belki de bu evlilik o kadar da kötü değildir.’
Tabii, biraz içine kapanık ve saf bir kocayla uğraşması gerekecekti ama en azından uzun bir süre yalnız olacaktı.
Yine de…
‘Bir gün sağ salim geri döner… değil mi?’
Uykuya dalmadan hemen önce, kocasının sağ salim geri dönmesini diledi.
Bugün tanışmışlardı.
Onun hakkında yaşından başka hiçbir şey bilmiyordu.
Ama nedense, o koca cüsseli çocuğun öleceği düşüncesi içinde kötü bir his uyandırmıştı.
Ve bu son düşünceyle Violet derin bir uykuya daldı.
Böylece yirmi yaşındaki Violet’in evliliğinin ilk gecesi sona erdi.
***
Ertesi sabah Violet’in kocası savaşa gitti.
Ne bir veda vardı, ne de başka bir şey.
Violet uyandığında, o çoktan gitmişti.
Yemek masasının başında uyuyakaldığını hatırlıyordu.
Ama gözlerini açtığında kendisini yatakta buldu.
Onu taşıyan o mu olmuştu?
Bilmiyordu.
Adamın gitmiş olması dışında, oda dün geceki gibi dağınıktı.
Etrafta hâlâ kıyafetler ve kağıt yığınları duruyordu.
Ancak o zaman Violet fark etti.
Kocasının adını bile bilmiyordu.
Evet, her şey çok aceleye gelmişti, ama yine de bu kadarı da fazlaydı.
Şaşkın bir şekilde yatakta otururken, ayak parmakları yerdeki bir kağıda dokundu.
Dalgınca kağıdı aldı ve üzerine zarif bir el yazısıyla yazılmış resmi bir belge gördü.
“Bu… şövalyelik sertifikası mı?”
Böyle önemli bir şeyi ortalıkta bırakmak…
Kocası gerçekten dikkatsizdi.
Belgeyi incelerken, sonunda aradığı bilgiyi buldu.
‘Aldrick Winter.’
Belgenin en altındaki aceleyle karalanmış imza, dün tapınakta gördüğü imzaya benziyordu.
Aldrick Winter.
Sir Aldrick Winter…
Onun adı ilk kez mırıldanırken, Violet garip bir netlik hissi yaşadı.
‘Pekâlâ. Öncelikle—hayatta kalacağım.’
Kocası dönene kadar nasıl yaşayacağını bulmalıydı.
Kimse sadece şartlar zor diye ölüme mahkûm değildi.
Bu tenha evde tek başına olacaktı, evet, ama bu mutlaka umutsuzluk demek değildi.
Biraz göz korkutucuydu elbette, ama bu ani özgürlük kötü hissettirmiyordu.
Hedefi basitti: Hayatta kalmak.
Kocası döndüğünde ne olacağına ise…
O zaman düşünürdü.