Confesser - Bölüm 1
Bölüm 1
Her ne oluyorsa şu an hepsinin bir rüya olmasını dilerdim. Tanıdığımı düşündüğüm kişiyi tanıyamamış olmam mı beni üzüyordu yoksa sadece sırtımdan vurulmuşluk hissinden mi böyle hissediyordum kestiremiyordum.
“Şey Eymen, hastanın yakınına bilgi vermek istediklerini söylediler seni özel odada bekliyorlar.”
Olduğum yerde durup olayları hala anlamaya çalışırken sekreterimin kısa açıklamasıyla ona baktım. Gözlerimi hafif kısıp baktığım sekreterim gözlerini indirmiş sabit bir halde olduğu yerde duruyordu. Derin bir iç çektim, sabır dilercesine yüzümü sıvazlarken sordum “Nasıl oldu? Ben kafayı yemeden önce ilk senden dinlemek istiyorum Can. O evin lanet olası her köşesinde kamera varken, canlı canlı her saniyesi izleniyorken.. kahretsin!” Elimdeki çakmağı yere fırlatıp geri döndüm.
———
Eşim bir haftadır normalde davrandığından daha farklı davranıyordu. Bu bana biri tarafından söylenmese de benim zaten farkına varabileceğim bir durumdu. Evin içerisinde bir hayaletten farkı olmayan kadın, garip bir biçimde daha da ruhsuzlaşmış gibiydi. Kapının önünden içeri geçerken içerinin sessizliğini anlamaya çalıştım. Eşyalarımı teker teker koridor başında çıkarırken salona yürüdüm. Karanlık odanın ortasında öylesine dışarıya bakan eşime baktığımda kafam karışmıştı.
“Yaren?”
Sessizliğin ortasında sesim çok gürültülüymüş gibi çıkmıştı. Çok mu yüksek sesle seslendiğimi düşünürken bunun pekte bir sorun olmadığının farkındaydım. İlk seslenmeme tepki alamadığımda elimdeki ceketi koltuğun kenarına asıp eşimin arkasından yaklaştım. Şehir akşam vakti binaların renkleriyle aydınlanmıştı, ışık oyunlarına alet edilen şehri izleyen eşimin omzuna hafifçe dokunduğumda Yaren olduğu yerde sıçrayıp korku dolu gözlerle bana baktı. Onun bu tepkisine benzer şekilde şaşırıp elimi çektiğimde kim olduğumu fark eden eşim gözlerindeki korkudan hızlıca sıyrıldı. “Ah.” Bir şey aklına gelmiş gibi kendi kendine konuştu “Bugün erken mi gelecektin?” sorduğu sorunun belirli bir cevabı var mıydı çok bilemedim. Sessizce kafamı kararsızca salladığımda Yaren de benzer şekilde kafasını salladı. Yerinden yavaşça doğruldu, karanlık odada yolunu şaşmadan yürüdü. Odaya bağlı ufak mutfağın ortasına vardığında bana döndü.
“Aç mısın? Senin için bir şeyler ısıtabilirim.” En son ne zaman evde yemek yediğimi hatırlayamadığımdan yüzümü buruşturdum. Ofisten çıkmadan önce bir şeyler atıştırmış olsam da bir şeyler yeme fikir fena durmuyordu. Durumun garipliğini üzerimden attıktan sonra koltukta duran ceketime uzandım “Keyfin bilir. Bir şeyler varsa yerim, yoksa da çok önemli değil.” bana vereceği cevabı duymama gerek olmadığını düşünüp camın kenarında duran ufak çıkıntıya uzandım. Nazik bir dokunuş salonu aydınlatmaya yetmişti. Ardına kadar açık olan perdeleri hafifçe aralarken dışarıya bir kez daha baktım. Gecesi de gündüzü kadar canlı olan İstanbul uzaktan fazla çekici dursa da bugünlük bana yetmişti. Perdeleri tamamen çektikten sonra arkamda kalan mutfaktan ufak tefek tıkırtılar duydum. Koltukların yanından geçip yatak odasına doğru ilerledim, mutfak tarafına bir bakış attım. Saçlarını gelişi güzel topuz yapan Yaren’in üzerindeki bol pijamaya baktım. Ocağın başında ufak tencereleri kontrol edip mikrodalga fırına bir şeyler atarken bilinçsizce düşündüm ‘her zaman bu kadar zayıf mıydı?’ Çok üzerinde durmadım, yatak odasına girdim. Eşyalarımı teker teker üzerimden çıkarıp kirliye attım. Yatağın yanındaki küçük kıyafet odasına girip pijamamı ve iç çamaşırımla beraber bir havlu kaptım. Tüm gün o kaotik toplantılarda dolanmak kaslarımı tamamen germişti. Günün telaşı ve babamın bana çektiği azar aklıma geldi ‘İki aydır eve gitmediğini duydum. Bugün tüm o lanet işlerini bitir ve o eve git.’ Tartışma aklıma geldikçe istemsizce yüzüm ekşiyordu, enseme masaj yaparken banyonun kapısını sertçe kapattım, elimdekileri gelişigüzel yere atarken duşa kabinin içine girdim.
‘Yaren mi söyledi acaba?’ Aklımdan geçen soruyu hızla olumsuz cevapla fırlatıp attım. Onunla evlenirken duruma uygun davranan, her türlü sıkıntıyı ben olmasam da ustaca atlatabilecek biri olduğu için evlenmiştim zaten. Beklenti içerisinde olmadığımız, çıkarlara dayalı bir evlilikten daha huzurlu ne olabilirdi ki? Bu durumu babama kimin bildirdiğini kara kara düşünürken kapının dışında bir tıklama sesi duydum “Yemekler hazır, eğer işin uzun sürecekse sofrayı kurmayacağım.” Yaren’in sabit mekanik sesi beni kendime getirdi. Suyun altında kapıya bakarken bir an duraksadım. İçimdeki küçük şeytan şu anki hırslı halimi birinden çıkarmamı fısıldıyordu. Birkaç saniyelik düşünceden sonra vazgeçip iç çektim “Beş dakikaya gelirim.” Kısa bir cevap verip işime devam ettim, hızlıca aldığım duşu tamamlayıp banyodan çıktığımda masaya eşyaları yerleştiren Yaren’e baktım. Ufak hareketleri gözüme istemsizce sevimli gelmişti. Kafamda asılı olan havluyu indirmeden arkasından ona sarıldım “Saçlarımı kurular mısın? Bugün o kadar yoruldum ki kolumu dahi kaldıracak gücüm yok.” Kollarımın arasında ufacık kalan bedeni kaskatı kesilse de olduğu yerde beni dinledi. Kafasını usulca sallarken karşısındaki sandalyeye oturdum. Kendimi sandalyenin desteğine bıraktığım sırada arkamdan yaklaştı Yaren, kafamın üzerindeki havluyu iki yandan kavradı. Çok büyük bir baskı uygulamadan nazikçe saçlarımı kurutmaya başladı. İşini hızlı ve seri bitirmek adına elinden geldiğince hızlı davrandığının farkına vardığımda gülümsedim. Ensemdeki saçları da sever gibi havluyla okşayıp kuruladıktan sonra havluyu kaldırdı. Geriye doğru eğilmiş kafamı eliyle destekleyip bana baktı “Böyle durursan boynun ağrır, saçlarını biraz olsun kuruttum. Yemeğini yedikten sonra saç kurutma makinesiyle yine kurut.”
Saçlarımın arasında usulca duran uzun ince parmakları saç derime hafifçe baskı yapıp nazikçe geri çekildi. Benden uzaklaşan elini yakaladığımda yüzünü izliyordum. Sakin yüzünde hiçbir duyguyu fark edemediğim eşimin tam olarak ne zaman böyle değiştiğini anlamaya çalıştım “Sen yemek yemeyecek misin?” sorumla beraber hızlı bir olumsuz cevap aldım. Sessiz reddini fazla irdelemek istemediğim için tuttuğum bileğini bıraktım, doğrulup benim için hazırladığı yemekleri yemeye başladım. Evlendiğimiz günden beri, yaptığı yemeklerin cidden güzel olduğunu düşünmüştüm, hala da tadında bir değişik olmayan yemeklerini yerken bozulan keyfimin düzeldiğini hissettim. Ben hızlı bir tempoda yemeği mideme gönderirken göz ucuyla evin içerisinde dolaşan Yaren’i izledim. Elindeki havluyla önce girdiğim banyoya girmişti, yere saçtığım kıyafetleri toparlayıp çamaşır makinesine yerleştirdi. Banyoyu da hızlı bir şekilde toparladıktan sonra benim için saç kurutma makinesini salondaki koltuğun üzerine bıraktı. Saçılan eşyalarım, sanki bir değnekle üzerlerine dokunulmuş gibi etraftan kaldırılıp evin şaşmaz düzeni sağlandığında yemek yemeyi bitirmiştim. Bardağımda kalan suyu bitirirken birden arkamdan çıkıp önümdeki tabakları toparlamaya başladı.
“Son günlerde neler yapıyorsun?” ağzımda duran bardakla ona bir bakış attım. Elindekileri tezgâha teker teker bırakırken bana baktı. Sanki sorduğum soru çok garip bir soruymuş gibi bir süre bakıştıktan sonra ufak bir nefes verdi “Evdeydim, bir şey yaptığım yok.” gözlerimi kısıp ona baktım, verdiği yuvarlak cevap pek hoşuma gitmedi. Elimdeki bardağı sertçe bıraktığımda birbirimize baktık “Nasıl bir şey yaptığın yok? Muhakkak bir yerlere gitmişsindir ya da birileriyle görüşmüşsündür.” kollarımı masaya dayayıp eğildim “Bilmemi istemediğin bir şey mi var yoksa?” yıkadığı bulaşıklardan kafasını kaldırmadan omuzlarını silkti “Seninle evlenme şartımı unutmuşsun sanırım? Neden birileriyle görüşeyim ki?” kaşlarımı çattım, haklıydı. Benden istediği tek şey zaten buydu ‘kimseyle görüşmememi sağla bu bana yeter.’ Hala neden böyle bir istekte bulunduğunu anlamıyorum. Kaçtığı biri mi vardı yoksa sadece canı mı sıkılmıştı da böyle garip bir isteği olmuştu emin değildim ama üzerinde çok düşünmedim. Muhakkak bu düşüncesinden sıyrılacağını düşündüğümden olsa gerek çok üzerinde durmamıştım. Elimdeki bardakla oturduğum yerden kalkıp yanına gittim. Bardağı lavabonun içerisine bırakırken göğsümü sırtına yasladım “Sadece emin olmak istedim, anlaşmamızı unutmamış olman bana yeter.” Doğrulup yandan ona baktığımda kayıtsız yüzüyle işine devam ettiğini gördüm. Dilimi şaklattım, tatsız bir şekilde geri çekildim. Koltukta duran saç kurutma makinesini alıp yatak odasına geri döndüm. Makineyi açıp gürültünün zihnimi kuşatmasına izin verdim.
‘Bu saçmalık daha ne kadar devam edecek acaba?’ sabah yaptığım tatsız konuşmalar aklıma geldikçe sinirlerim bozuldu. İstemediğim tüm işleri bana yüklerken hala bana bağırıp kızmalarına anlam veremiyorum. “Lanet olası şirket, lanet iş kuralları…” kurulamayı bitirip elimdeki makineyi gelişigüzel aynalı masaya bıraktım. Masanın üzerinde sadece bana ait olan ürünleri fark edince içimdeki şüphecilik arttı, içeriyi dinlediğimde hala bir şeyleri kaldırdığını fark ettim. Çekmecelere hızla bir göz attığımda masada olan her şeyin sadece bana ait olduğunu fark ettim. Bugün farkındalığım mı yüksekti yoksa genel olarak Yaren’in varlığını mı göz ardı etmiştim emin değildim ama ona ait tek şeyin kıyafetler olduğunu görünce şaşırdım. ‘Neden hiçbir şey yok?’ her daim takıp takıştırmayı seven annem ve ablamdan görmem konu değildi, çevremdeki herkes zenginliğini ve varlığını bir şekilde göz önüne sermeye çalışıyordu fakat Yaren’in durumu asla öyle olmamıştı. Düzenli ve temiz biri olmuştu her daim ama bu kadar da sade olduğunu hatırlamıyorum. Üniversite günlerimizi hatırlamaya çalışırken odada duran telefonum gürültü bir şekilde çalmaya başladı. Telefon sesiyle kendime geldim, aceleyle odaya gittim. Masanın üzerinde duran telefona dönüp bakmayan Yaren’in elinde meyve tabağıyla koltuğa yöneldiğini gördüm. Onu takip ettiğimde sanki sesin varlığı onun için çokta önemli değilmiş gibi koltuğa oturdu, kucağına aldığı laptopta birkaç tıklama sonrasında yabancı kelimeler yükseldi. Masanın ucunda ekranı kapalı telefonu aldığımda son kez çalıyordu. Ekranda görünen isim bir anlık dikkatimi çekse de Yaren’i izlemeye devam ettim. Bir noktadan sonra kaşlarını çatan Yaren bana döndü “Neden yüzüme dik dik bakıyorsun Eymen? Söylemek istediğin bir şey varsa söyle, sessizce durman seni anlamamı sağlamıyor.”
Elim ağzıma götürüp yanağımı parmak uçlarımla sıvazladım, daha fazla saklamamın bana bir sonuç getirmeyeceğini fark edince iç çektim. Karşısındaki koltuğa oturdum “Babam bugün odama geldi ve… bir süredir… eve gelmediğimi öğrenmiş. Bunu senin söylemeyeceğinden emin olsam da kimin söyleyeceğini tahmin edemiyorum.” sonunda ağzımdaki baklayı çıkardığımda Yaren çatık kaşlarını düzeltti. Elimde duran ve hala titreşen telefona bakıp iç çekti, elini uzattı “Annen, değil mi? Ver ben konuşurum.” İkimizde sessizce birbirimize baktık, içime sinmese de en hızlı çözümün bu olduğunu bildiğimden umutsuzca titreşen telefonumu Yaren’in eline bıraktım. Ekranda yazan yazıyı gören Yaren iç çekse de daha fazla bekletmeden aramayı yanıtladı.
“Yaren sen misin?” telefonu açan ben olmayınca şaşkınca soran annemin sesini duydum. Yüzümü ekşitip olduğum koltukta geriye doğru yaslandım “Evet annecim, kusura bakma. Eymen yemekten sonra duşa girmek istemişti, telefonu da sessizde olduğundan geç fark ettim. Nasılsınız iyi misiniz?” az önce benimle konuşan soğuk kaygısız ton bir anda içten sıcacık tona dönmüştü. Onun bu ikiyüzlülüğüne katlanamıyordum “Ah tatlım, sorun değil. Babanla biz de iyiyiz. Sadece sizi özlemiştim, uzun zamandır görüşemediğimizden Eymen’e yanımıza gelmenizi söyleyecektim. Eğer işiniz yoksa yarın akşam yemeğine sizi bekliyoruz.” Kısa bir onay cevabıyla beraber birbirlerine iyi dilekler dileyen karım ve annem telefonu kapattıklarında Yaren’e baktım. Elinde duran telefonumu hızla masaya bırakıp laptopu dizlerine aldı “Sanırım seni kuzenlerinden biri şikâyet etti. Gezdiğin yerlere dikkat etmelisin.” kırmızı elmalardan birini kesti, bir dilimini bana uzatırken mırıldandı “Bir haftadır beni arıyorlar, özellikle akşam bu saatlerde. Sürekli sana ulaşamadıklarını söylüyorlar ve her seferinde şarjının bitmiş olduğunu o gün çok yorulduğundan erkenden yattığını söylüyorum. Kuzenlerin ötmemişse bile peşine birini takmış olabilirler.” bana uzattığı elma dilimini aldım ağzıma attım. Yavaşça çiğnerken düşündüm, uzun zamandır beni takip ettiklerinden eminim. Babam böylesine net konuştuğuna bakılırsa başka şeyleri de biliyordu. Yarınki toplantıya gitmeyi hiç istemesem de eğer bir bahaneyle ekersem bana zor zamanlar yaşatacakları belli. Yerimden kalktım, loş ışığın altında sessizce bir şeyler izleyen Yaren’i izledim. İstemsizce ağzım açıldı “O kadar kısık sesle dinlediğini duyabiliyor musun?” Ağzımdan kaçan soru karşısında hafif şaşırıp ağzımı kapattığımda iş işten geçmişti. Kendime küfür ederken soğuk ses kulaklarıma ulaştı “Dinlememe gerek yok, altyazılı şeyler izliyorum zaten. Merak etmene gerek yok.” bugün dağınık kafamla iki tabuya da basmıştım. Kendi kendime küfür ederken bir şey daha söylemeden yatak odasına geçtim.
Daha fazla durmanın bir mantığı yoktu, yatağın örtüsünü kaldırıp kendimi yatağa attım. Uyumak için saat çok erkendi fakat şimdiden bitmiş hissediyordum. Kolumu gözlerimin hizasına getirip iç çektim. Daha bu duruma ne kadar katlanacağımı bilmemek beni sinirlendirmeye başlamıştı. Kısa sessizliği masanın üzerindeki telefonun titreşimi kesmişti. Göz ucuyla baktığım telefona hiç elim gitmiyordu ama yine bir sınamaysa diye elime aldım. Ekranda görmeyi beklemediğim isim yanıp sönünce gülümsedim. Hızla ayağa kalkıp odanın kapısını ufakça kapattım, telefonu yanıtladım “Bebeğim?”
Gece boyu mesajlaştığımdan geç uyumuştum, erkenden çalan alarmın sesiyle kaşlarımı çatıp gözlerimi araladım. Yanımda duran telefonun alarmını kapatırken yatakta doğruldum. Yan tarafımın boş olması garibime gittiğinden ilk başta nerede olduğumu anlayamadım. Odanın görüntüsünü fark ettiğimde evde olduğumu hatırlayıp rahatsızca esnedim. Üzerimden attığım ince yorganın yere düşüşünü önemsemeden ayaklandım. Odanın kapısını araladım, kısa koridora göz attım. Karşı odanın kapısı sıkı sıkıya kapanmış, evin içinde sessizlik hakimdi. Salona da göz ucuyla bakış attığımda Yaren’in misafir odasında uyuduğunu fark ettim. Ses çıkarmadan banyoya girip ufak bir duş aldım, tıraşımı bitirip dişlerimi fırçaladığım vakit misafir odasının kapısını duydum. Ağzımdaki köpüğü tükürüp çalkaladıktan sonra yüzümü kurutmak için ufak havluya uzandım. Kapının dışından duyduğum melodik sesle kulağım kabardı ‘Bu saatte kapı neden çalıyor ki?’ kendimle beraber getirdiğim kumaş pantolonu giyindikten sonra üzerimdeki gömleği iliklemeden banyo kapısını açtım. Banyodan çıktığımda karşımdaki sandalyede oturan sekreterimle göz göze gelmek beni şaşırtmıştı. Can da benim kadar şaşkındı ki başta ayağa kalkamadı. İkimiz de olduğumuz yeri idrak edince Can hızla ayaklanıp hazır moda geçti. Aynı anda mutfakta bir şeyler hazırlayan Yaren’in bana döndüğünü gördüm “Can Bey senin nerede olduğunu sormak için gelmiş, sanırım dün akşam işin erken bittiğinden eve ne zaman geldiğini bilemedi. Can bey için kahve yapıyordum sana da hazırlamamı ister misin canım?”
Hafif gülümseyen yüzü ve sakin tonuyla dışarıdan bakan biri için sevgi dolu çiftmiş gibi görünebiliriz fakat Can durumumu bilen 3 kişiden biriydi. Yaren’e bu durum hakkında bahsetmediğimden de annemlerin yanında nasıl davranıyorsa o şekilde davrandığını görmek beni güldürdü. Çok bozuntuya vermeden Can’a bakıp konuştum “Tatlım bugün bence Can da kahve içmek istemiyordur. Sabahtan bir toplantımız vardı, unutmuşum. Zahmet etme hiç hemen çıkmamız gerekiyor.” imalı konuşmamla beraber Yaren kısa süre ikimize baktı. Bir şey söylemeden onayladı. Yaptığı kahveye bakarken içmeyeceğimizden emin olup buzdolabına yöneldi. Can ile bakıştığımız sırada kafamla dışarıyı işaret ettim. Hızla eğilip sokak kapısına yöneldi, Yaren’e içmediği kahve için teşekkür edip dışarı çıktı. Odaya girip hızla kravatımı bağladım, iç ceketimi ilikleyip dış ceketi elime aldım. Telefonu cebime attıktan sonra son kez aynadan kendime baktım. Saçımdaki orantısızlığı birkaç dokunuşla düzelttikten sonra masadaki parfümlerden birini rastgele alıp gelişigüzel sıktım. Aynadaki görüntümden tatmin olunca gülümseyip aynadan fotoğrafımı çekip dün gece konuştuğum kıza günaydın mesajıyla birlikte attım.
Telefonuma bakarak kapıya yöneldim, ayakkabılarımı giyinmek için eğildiğim sırada Yaren’in sesini duydum “Akşam nasıl geçelim? Senden önce gitmemi ister misin?” kapının karşısında görünen salondan bana seslenmişti. Birbirimize bakarken iç çektim, bu akşamki aile yemeğini unutmuştum bile. İç çekip doğruldum. Ceketimi kollarımdan geçirip kapının kolunu tuttum “Seninle gitmeyi istemiyorum ama beraber gitsek-“ “Kendim geçerim. Gelmene gerek yok, erken gider bir bahane bulurum.” cümlemin bitmesini beklemeden dönüp eski yerine ilerlediğini gördüğümde sinirlendim. Kim oluyordu ki bana emir verebiliyordu? Bir şey daha söylemeden kapıyı çarpıp çıktım. Otoparka inerken durum hakkında düşünüyordum. İçimdeki sesin bu akşamın çokta iyi geçmeyeceğini söylüyordu. Rahatsız bir şekilde asansörden inip arabama doğru yöneldim. Elim kapıya uzanacakken yanındaki arabanın çalıştığını duydum, şirket aracının içinde bana bakan Can elini salladığında güldüm. Arka kapıyı açıp arabaya bindiğimde dikiz aynasından bakıştık “Dün genel müdür beni aradığında nasıl telaş yaptığımı biliyor musun? Telefondan cehennem azabını birebir yaşamadım da demem.”
Alayla gülen çocukluk arkadaşıma bakıp sırıttım “Korktuğun çok belli oluyor, evime kadar gelip beni aldığına göre bugün bizi işte birileri karşılayacak.” Can yavaşça kafasını salladı, direksiyonu kırarken bana baktı “Sanırım baban bu sefer aramızdan birine para vermiş. Hangi piç olduğunu tahmin edebiliyor musun?” Kafamı iki yana salladığımda omuzlarını silkip güldü “Hepsini Kaan anlatmış. Üniversiteden beri yakın arkadaşın değil mi? Neden böyle bir şey yaptı?” kaşlarım isimle çatılırken dudaklarımı süpürdüm. Kaan ile ilk tanışmamız da Yaren sayesinde olmuştu, doğal olarak en büyük problemin o olmasını bekliyordum. O piçin kendisinden emin bir şekilde Yaren’in yanında durduğu zamanlar aklıma geldikçe sinirlerim bozuluyordu. Kafamı iki yana sallayıp tatsız düşünceleri kovdum aklımdan “Beklediğim bir şeydi ne de olsa Yaren’e o kadar düşkün ki beni herkesin ortasında dövmeye kalktı, hatırlamıyor musun?” Can ile aynadan bakıştığımızda yavaşça kafasını salladı. Alayla güldüm, yanımdaki tableti alıp sabah olacak toplantının notlarına baktım “Olduğu gibi bırakalım, Yaren’e bir şey söylememiş sanırım. Bir de Can senden bir ricam olacak.” Karışık notların üstüne yazılmış ufak tefek yazılara da bakarken mırıldandım “Bugün akşam eve geçeceğim babamlar artık ne duyduysa bizi bu akşam yemeğe çağırdı apar topar, biz evden çıktığımız sırada her yere gizli kamera koymanı istiyorum.”
Kaşlarını çatan Can’a gülümsedim “Bir şeyden şüphelendiğimden değil sadece emin olmak için yapıyorum. Banyo dışında her yere yerleştir işte.” rahatsız olduğu her yerden belli olan Can şirketin otoparkına dönerken mırıldandı “Onun yerine Yaren’i gün boyu takip edecek birini ayarlayabilirim. Birinin ev halini izinsiz çekmek… bence ne yaparsa yapsın bunu hak etmiyor dostum. Hem o evde sen de varsın.” “Bir şey olmaz bir insan evden hiç çıkmıyor olamaz. Bir süredir bazı şeylerinin tutarsız olduğunu hissediyorum. Bir bakalım, gerçekten hep evde mi yoksa gizlice hayranıyla mı görüşüyor.” bunun olması her ne kadar imkânsız olsa da olasılıkların hepsini elemem lazım. Karşılıksız yaptığımız bu anlaşmada bir seneden fazladır kazanan sadece benmişim gibi duruyor, bu tatsız durum bir süredir aklımda olsa da çok umursamamıştım. ‘Neyse zaten yakın zamanda neyin ne olduğunu öğrenirim. Benden boşanmak istese de şu an için izin veremem. En azından tehdit edebileceğim bir şeyler olur.’ arabanın durmasını beklerken telefonumun titrediğini fark ettim. Göz attığım sırada dün gece konuştuğum kadın olduğunu fark ettim. Süslü günaydın mesajımın karşılığını benzer şekilde almış olmak hoşuma gitti, ekrandaki dolgun vücuda bakıp sırıttım ‘eğer azıcık Yaren de böyle olsaydı gözüm başka birilerine kaymazdı…’ sözde evli olduğum eşime karşı hissettiğim garip duyguyu bu şekilde defettikten sonra arabadan indim. Beni bekleyen yoğun günü karşılamaya hiç hazır olmasam da arabadan indikten sonra Can ile bakıştık, ikimizde bugünün normal bir günden ekstra yorucu olacağını fark ettik. Cezamızın kesildiğini bilerek işyerine giriş yapmıştık.
Gerçekten de bir canavarın ağzında verilen savaşa benzemişti günüm. Arabanın arkasında baş ağrısıyla otururken kravatımı gevşettim. Kafamı koltuk dayanağına yaslayıp gözlerimi kapattım. Zor olan şey toplantılar ya da insanları ikna etmek asla olmamıştı. Normalde olmaması gereken insan karşımda olduğu sürece ne yaparsam yapayım hata bulunması kaçınılmazdı. “Kahretsin, babamın geleceğini bana söylemedin.” Can’ın oturduğu koltuğu tekmelerken mırıldandım. O da benim kadar yorgun ve bıkkınca nefes verdi “İnan bana benim peder de haber vermedi. İkisi bir olup ağzımıza sıçmak istemiş belli ki. Günün kurbanları biz olduk…” başıma masaj yaparken onun da yüzünün çökmüş olduğunu fark ettim. Yüzümü bir kez daha buruştururken babamın bana olan kınayan bakışlarını gördüm. “Allah kahretsin, Kaan’ı ilk gördüğüm gün öldürmeliydim… o piç yüzünden sürekli derdime dert ekleniyor.” Babama ne anlattığı hakkında en ufak fikrim yoktu ama anlattıklarından memnun olmadığı kesindi. Ev yolu boyunca ağzına hap atan Can yoldan gözünü ayırmadan bana uzattı “Bence bu ağrı kesiciyi ikimizde hak ettik dostum. Seni eve bıraktıktan sonra babam beni görmek istediğini söyledi, şirkete geri döneceğim… seni almaya geleyim mi işin bittikten sonra?” Bana uzattığı ağrı kesiciden bir tablet elime aldım, minibardan soğuk bir su çıkarıp ilacı beraberinde yuttuğumda kafamı iki yana salladım “Yüksek ihtimalle Yaren araçla gelmiştir. Onunla döneriz. Şimdiden her şey için teşekkürler dostum, ikimiz için de henüz gün bitmedi.” Birbirimize acıyan yüzle bakarken araba sonunda varması gereken yere varmıştı. Sarıyer’in yüksek kesimlerindeki alanda duran villanın önüne yaklaştığımız sırada güvenlik ekibi içeride kimin olduğunu teyit etmek adına aracın içerisine baktı, beni fark ettiklerinde özür dileyerek yolumuzu açtılar. Bu yoldan oldum olası nefret etmişimdir, zincirlerimin temeli olan ev yıllara meydan okurcasına varlığıyla herkesi büyülüyordu, ben hariç. Yüzümü ekşittim, araba durduktan sonra birinin kapıyı açmasını bekledim. Çok beklememe gerek kalmadan açılan kapının ardında duran eve baktım. Beyaz-krem villa çevresinde vızır vızır çalışan çalışanlarla beraber dışarıda göründüğünden daha canlı hissettiriyordu. Üç katı da özenle farklı detaylara ev sahipliği yapan evin nesillerdir ailemize ait olduğunu bu yaşıma kadar duydum.
İç çekip arabadan indiğimde Can kapanan kapıyla beraber hızla bahçeden ayrılmıştı. Şu an ben de onun kadar hızlı buradan ayrılmayı dilerdim. Evin senelerdir bakıcısı olan ve aynı zamanda bizleri büyüten dadımı gördüğümde gülümseyip sıcak bir kucaklama verdim “Genç Efendi hoş geldiniz, eşiniz ve aileniz içeride yemek için sizleri bekliyorlar.” Birbirilerimizden ayrıldığımızda sıkkın bir gülümseme verdim “Hiç içeri giresim yok dadı, babamın nabzı ne durumda?” Evin içerisinde annemden sonra babamla aramdaki en büyük set her daim dadım olduğundan korkarak sordum. Kafasını iki yana sallarken yüzü düştü “Dün ne haber aldı bilinmez, Rahmi beyin keyfi pek yerinde değil. Asena hanımla ne yapsak olmadı bir türlü tansiyonunu düşüremedik.” Dertli bir şekilde mırıldanıp bana olanları anlatırken dudaklarımı ısırdım. Beklediğimden daha kötü bir senaryo beni bekliyordu belli ki. Dadının omuzlarını sıvazlarken kafamı salladım, onun önünden ilerleyip evin merdivenlerini tırmanmaya başladım. Üç katlı İngiliz dizaynına sahip evin içerisi bir müzeyi andıracak kadar değerli eşyalara ev sahipliği yapsa da her daim terk edilmiş gibi bomboş hissettiriyordu. Çalışanlar birer ikişer gözüküp oradan oraya koştururken dadı bana yolu gösterdi. Giriş katında kalan misafir odasına ilerlerken arkamdan hızlı adım seslerini duydum. Hafif kafamı çevirip arkama baktığımda ceketinin kollarını düzelten küçük kardeşimle göz göze geldim. Ufak bir baş sallamasıyla beni karşılayan küçük kardeşim benimle beraber misafir odasının önünde dikildi. Yandan bakış atarken bana doğru eğildi “Abi dikkat et, babam dünden beri dövecek birini arıyormuş gibi evi dolaşıp duruyor. Sanırım bir şeyler oldu.”
Kardeşim bile böyle diyorsa olayın artık sadece eve gitmeyişim olduğunu anlayabiliyordum. Yakamdaki düğmeyi açarken iç çektim “Yağız babam sana bir şey anlattı mı?” Kafasını hızla iki yana sallayan kardeşime anladığımı belirtircesine kafamı salladığımda kapıyı araladım. Açılan kapının ardında büyük yemek masası en göze çarpan eşyaydı. Yemek masasının biraz aşağısında kalan süslü krem koltuklar odanın dekoratifine uyum sağlaması adına ara ara siyah çizgilere donatılmıştı. Karşılıklı duran üç kişilik ve tek kişilik 6 koltuk, duvarı boydan boya saran camların önünde bahçeyi rahatça görebilecek şekilde konumlandırılmıştı. Koltuklarda oturan kişiler gözüme ilk çarpanlar oldu. Yaren annemin karşısında yeğenim kucağında bir şeyler hakkında hafif gülümseyerek konuşuyordu, ablam babamla bir konu hakkında konuşup belge gösterirken eniştem de yanlarında veriler hakkında mırıldanıyordu. Süslü salonda olmaması gereken tek kişi aşırı sadeliğiyle göze çarpan Yarenmiş gibi duruyordu. Onun yer ve zaman bilmeden sürekli sade takılması artık beni rahatsız ediyordu. Yağız benimle birlikte odaya girdiğinde konuşan herkes bize dönmüştü. Mert hala Yaren’in ilgisini çekmek için elindeki oyuncakları gösterip konuştuğu için içeri girdiğimizi fark etmeyen tek kişi çok sevgili eşim olmuştu. Babam odaya girmemle beraber çattığı yüzüyle bana bakıyordu, Yağızla beraber odanın ortasına ilerleyip koltukların orada durduk. “Gecikme için üzgünüm baba, işyerindeki işlerim beklediğimden biraz daha uzun sürdü.” Yağız da benzer şekilde okulla ilgili bir bahane sürerken bir şey söylemeden beni izleyen babamla bir süre bakıştık, ellerim istemsizce Yaren’in omuzlarına vardığında normalde göremediğim sevecen bir yüz ve sıcak tonla Yaren bana baktı “Hoş geldin canım, biz de seni bekliyorduk değil mi Mert?” Bir eli omzunda duran elime diğer eli de kucağında ona sıkıca sarılan yeğenimin sırtını süpürürken içten bir şekilde gülümsedi. Çocuk hızla onu onaylarken annem bana baktı “Ah canım, nasıl oluyor da her seferinde gözüme daha da zayıflamış görünüyorsun? Yoksa işyerinde çok mu yoruluyorsun?”
Hafif gülümserken annemin saçlarından öptüm “Hiçte bile annecim, sadece herkes kadar yoğunum. Yaren’in ev yemeklerine öyle alıştım ki dışarıda yediklerimin tadı artık yavan geliyor. Dışarıda pek yemek yiyesim gelmiyor.” Sözlerim bir öksürükle kesilirken babam gözlerini kapatıp yavaşça doğruldu. Onunla birlikte oturan herkes ayaklanmıştı, bana yan gözlerle baksa da masanın başına doğru yürüdü. Yanımdan geçerken alayla güldü “Demek dışarıdaki yemeklerin tadı karının yemeklerine olan düşkünlüğünden dolayı kötü geliyor? Bakalım bu evdekiler de kötü gelecek mi?” imasını ben ve Yaren anladığımızdan suspus olmuş halde durduk, annem araya girip mırıldandı “Evindeki yemek elbette daha çok hoşuna gider Rahmi sen de… Yaren kızımızın yemekleri ne kadar güzel sen de biliyorsun. Ah canım, bir dahakine tekrardan browni yapmanı istemeliyim.” Yaren durumu gülümseyip ustalıkla çevirirken hep beraber masanın çevresine yerleştik. Yaren ablamın yanına onunla konuşup yaklaşırken masadaki bir tak sesi hepimizi durdurdu. “Yaren sen yanıma oturacaksın.” Babamın sözüyle yanında duran sandalyeye uzanan elim havada kaldı. Kaşlarım çatılırken önce anneme sonra Yaren’e baktım. Annem mahcup bir şekilde gözlerini kaçırıp babamın yanındaki sandalyeye otururken Yaren ne yapacağını bilemez halde ayakta kaldı. İkimiz de bir saniyelik bocaladığımız sırada babam bir kez daha Yaren’e baktı “Kızım, buraya gel neyi bekliyorsun orada?”
Yaren kendisine seslenen babamla irkilip ellerini uzandığı sandalyeden çekti, bir şey söylemeden yan yana geçip yerlerimizi değiştirdik. Kardeşlerim önce bana sonra babama baksalar da bir şey demedi, gelen yemek servislerinin tıkırtısı dışında masadan ses çıkmadı. Sessizlik hepimizi bir çığ gibi yuttuğu sırada babam bir kez daha konuştu “Gökhan, sen neler yapıyorsun? En son Asu ile bir yerlere gideceğiz diyordunuz?” Eniştem kocaman sırıtıp kafasını salladı “Evet baba, eğer bir aksilik olmazsa Mert’i de alıp ufak bir Ege-Akdeniz turu yapmayı planlıyoruz. Çanakkale tarafında bir yat buldum, fiyatta anlaşabilirsek deniz turuna çevirebiliriz.” Asu eşine bakıp gülümsediğinde midemin bulandığını hissettim. Kız kardeşim evlenip çocuğu olduğundan beri daha nazik duruyordu, bu onun kişiliğine kesinlikle uymayan bir durumdu. Önümdeki yemeği didiklerken Yaren’in konuşmasıyla çatalımı durdurdum “Asu’cum eğer gidebilirseniz Bozcaada’da Polente Feneri diye bir yer var. Güneşin batışını denizin ufkundan izlemek fazlasıyla keyifliydi değil mi Eymen?” Bana attığı lafla az da olsa altta kalmamamız için çabaladığını biliyordum ama bahsettiği yer hakkında en ufak fikrim yoktu. Şaşırsam da bana sorduğu soruya karşılık ufakça başımı salladım “Oralar güzeldi, gerçi yatı alırsanız kesin geçin derim. Ne kadar sürecek geziniz?” konu daha fazla bizim üzerimizde dolansın istemediğimden sanki çok ilgim varmış gibi enişteme yönelik sordum. Benim gülen yüzüme saf gibi düşen Gökhan neşeyle bir şeyler anlatırken babam duyulabilir şekilde sordu “Kızım siz oraya ne zaman gitmiştiniz?”
Yaren’in yüzü bana dönük olmadığından nasıl bir yüz ifadesi olduğunu kestiremiyordum. Araya girmeli miydim yoksa onun konuyu ilerletmesini mi beklemeliyim şeklinde düşünürken Yaren mırıldandı “Aslında babacım geçen birkaç ay önce Eymen’in doğum gününde gitmiştik, hatırlarsan bir seyahat planımız vardı. Sonrasında ise işleri çok yoğunlaştığından pek gezme fırsatımız olmadı maalesef. Ama umuyorum ki benim doğum günüm için bir şeyler planlamıştır. O kadar yer bulup ayarlamaya çalışmak çok zor olmuştu.” Kaşlarını çatan babam bir şey demek için ağzını açtığı sırada Yaren telefonundan bir resim gösterdi “Bak baba, bence sizin bile hoşunuza gider manzarası. Geyikliden araçlı feribot kalkıyordu şansımıza, araçla beraber geçtik.” Benim daha önce gittiğimizden haberim olmayan yer hakkında videolar ve fotoğraf gösterirken neşeli bir şekilde hikayeler uyduruşunu dinledim. Şaşırtıcı olan şey Yaren’in Asu ve annemin ilgisini kullanarak şüpheye yer vermeyecek şekilde hikâyeyi dallandırıp anlatmasıydı, onun ayrıntılı anlatımı ve resimler göstermesi beni bile inandırmıştı. Kısa süre önceki iğneli konuşmasını bir kenara bırakan babam Yaren’in anlattığı şeyleri ilgiyle dinlerken birkaç soru da kendisi sormuştu.
Bu şekilde tüm şüpheleri silen Yaren’i daha sonra ödüllendireceğimi kafama not ederken yemeği bitirip ayaklandım. Kalkmamla beraber masadaki gözler bana döndü, bir şey demeden gülümseyip elimdeki telefonu gösterdim “Sanırım bir şey olmuş sekreterim beni arıyor. On dakikaya geleceğim.” ufak ilgili hızla dağılırken babamın bana bakışı kesilmedi. Odadan çıkana kadar göz hapsinde kaldığımı hissettim, kapıyı ardımdan kapattığımda içim rahatladı. Yakamı parmağımla hafif genişletip misafir odasının karşısında kalan balkonlu mutfağa doğru ilerledim. Dudaklarıma sıkıştırdığım sigarayı sallarken telefonuma gelen bildirimlere bakıyordum. Yanından geçtiğim hizmetçilerin hepsi bir şeye ihtiyacımın olup olmadığını soruyor her birine nazikçe cevap veriyordum, açıkçası bu durum bile artık yormuştu. Sonunda balkona çıktığımda serin sonbahar akşamı beni karşılamıştı. Sigaramı yakıp derin bir nefes aldığımda beynimin dumanla uyuştuğunu hissedip minnetle gülümsedim. Babamın bu şekilde iğneli konuşmasına bakacak olursak kaçamak görüşmelerimin de farkına varmış olmalıydı. Ufak bir nefes daha alıp havaya üflerken Yaren’in evlenmeden önce benden istediği rica aklıma geldi ‘iki ricasını da kırmadan elimden geleni yapıyorum onun da çabaladığını görmek en mantıklı evliliğin bu olduğunu bana bir kez daha göstermiş oldu.’ Tek sorun o piç Kaan’dı. En başından beri Yaren ile görüşmemize karşıydı, elinden gelse beni cehennemin en derin yerine atacağını düğün günü bile yüzüme söyleyen şerefsiz babamı nasıl ikna etti merak ediyordum. Düşüncelerimi bölen kapı sesiyle arkamı döndüm, babam kapının arkasında bana bakıyordu “Seninle biraz konuşalım, odama gel.” Sertçe bıraktığı balkon kapısının ardından sanki hastalıklıymışım gibi bana baktı, yavaşça mutfaktan çıktı. İşte şimdi benim açımdan asıl savaş başlıyordu.
Elimdeki sigarayı söndürüp çöpe attım, kenarda duran kolonyayı ellerime döküp birazcık soluklandım. Soğuk hava ve burnumdaki kolonya kokusu zihnimi iyice açmıştı, umutsuzca babamın ardından mutfaktan çıkmıştım. Merdivenlerin yanında duran asansöre bindiğini gördüğüm babama bakıp durdum, şu an onunla asansöre binersem beni tekmeleyip dışarı atarmış gibi hissediyordum. Kafamı olası senaryoları silmek adına iki yana sallarken merdivenlere doğru yöneldim. Ne kadar yavaş gitmek istesem de ilk katın merdivenleri çok hızlı tükenmişti, merdivenlerden çok uzak olmayan çalışma odası şu an benim için bir işkence odası gibi görünüyordu. Umutsuz bir halde koridorda ilerledim, çalışma odasının önünde dikildim. Derin bir nefes alıp iki kez tıkladım, yavaşça kapının kolunu indirdim. Kahve tonlarının her çeşidini barındıran çalışma odası çocukluğumdan beri en büyük korkum olmuştu, ne zaman bu odaya girsem bir posta azarlanmadan asla çıkmamıştım. Ağır ceviz ağacından yapılma kapıyı arkamdan kapatırken okuma gözlükleri gözünde olan babam bana baktı, elindeki belgeleri önüme fırlattı saçılan belgelerin içerisinde birkaç fotoğraf fark ettim. Kaşlarım istemsizce çatılırken yüksek sesle cıkladı “Bir de sen mi kaşlarını çatıyorsun! Bu ne hal, ben seni böyle bir adam ol diye mi büyütüp besledim!”